Kader, insanın kapısını her zaman gürültüyle çalmaz. Bazen bir fısıltıyla, bazen bir gölge gibi yanımızdan süzülerek geçer. Biz ise çoğu zaman hayatın gizli işaretlerini göremeyecek kadar telaşın, gururun yahut alışkanlıkların sisine gömülmüş oluruz. Oysa insan, eline verilenin değerini vaktinde anlayamazsa, zaman onu kendi sessiz adaletiyle imtihan eder. Çünkü bazı kaybedişlerin telâfisi yoktur; bazı kapılar, bir kez kapandığında bir daha açılmaz.
Bulduğunu bilmek, bulduğunu duymak… İşte asıl mesele burada gizlidir. Bir gönlün kapısı size açılmışsa, o kapı sandığınızdan çok daha eski bir kader çizgisinin devamıdır. Bir bakışta saklı olan sıcaklık, bir kelimenin ardına gizlenen emek, belki de ruhunuzun çok önceden tanıdığı bir yankıdır. Fakat insan çoğu zaman kıymeti, yoklukla ölçer. Oysa yokluk, geç kalmış farkındalığın en ağır öğretmenidir.
Bir gün, bugün sıradan görünen bir sesin suskunluğunu özlersiniz. Bir dokunuşun yumuşaklığını, bir tebessümün iyileştiriciliğini, bir varlığın gölgesinin bile nasıl huzur verdiğini… Çünkü varlık, kaybedildiğinde daha gür bir sessizlikle kendini hatırlatır.
Hayatın mistik tarafı şudur ki: Her şey kendi vaktiyle gelir; fakat herkes kendi kıymetini göremeyebilir. İşte bu yüzden, bulunca kıymet bilmek, aslında gelecekteki pişmanlıkların kapısını kapatmaktır. Bir yüreğe dokunuyorsa eliniz, hafifçe dokunun. Bir söz içinizde doğuyorsa, sakın geciktirmeyin. Çünkü bazı sözler söylenmediğinde küser, bazı ruhlar bekletildiğinde solar. Kısacası; bulduğunuzun kıymetini bilin. Çünkü hayat, bize lütuflarını her zaman ikinci kez sunmaz. Ve her “iyi ki”, zamanında duyulmuş bir kalp atışının mükâfatıdır.