“Benim sahabem gökteki yıldız gibidir. Hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz"
“Yıldız” olma özelliğinde olan bütün yıldızlar eşit oldukları halde, aralarında büyüklük ve küçüklük itibariyle farklılıklar bulunduğu gibi, sahabeler arasında da yıldızlar gibi fazilet ve mertebe noktasında elbette farklılıklar olacaktır. Bazısı İslâmiyet’le daha önce şereflenmiş. Hizmette diğerlerini geçmiş, bir kısmı adalet ve idarede hepsinin üzerine çıkmış, bir diğeri yumuşak huy ve cömertlikte daha ileri gitmiş, bir başkası ilim ve kahramanlıkta diğerlerini geçmiştir.
Bizim ölçülerimiz her şeyden önce elbette Kur’an ve sünnettir. Kitap ve sünnetten sonra sahabeler önemli bir referans kaynağımızdır. Çünkü onlar her şeyi veya lüzumlu bilgilerin önemli bir kısmını doğrudan vahiyden, Hz. Peygamber (asm)'den öğrenme imkânını bulmuş bir güzide cemaattir.
Amr bin Âs (r.a.)
Zaman geçtikçe İslam nuru daha geniş kitlelere ulaşmakta, hidayete erenler günden güne çoğalmaktaydı. Hendek Muharebesi Müslümanların muzafferiyetiyle neticelenmiş, Hayber fethedilmiş, Hudeybiye Anlaşması Müslümanla¬rın lehine gelişmişti.
Gün geçtikçe, müşriklerin ileri gelenlerinden Müslüman olanlar çoğalmak-taydı. Bu arada müşriklerin siyaset dâhisi Amr bin Âs çok tedirgin ve huzursuz¬ idi. Kureyş’ten kendisinin sözünü dinleyen ve ona tabi olan bir grubu topladı ve şöyle konuştu:
“Siz de biliyorsunuz ki, Muhammed’in faaliyeti hızla gelişiyor. Bu durum karşısında benim bir fikrim var. Siz ne dersiniz, bilmiyorum. Beraberce Necâşî’ye iltica edip onun yanında kalalım. Eğer Muhammed bize galip gelirse, Necâşî’nin himayesi altında olmak, Muhammed’in emri altına girmekten daha iyidir. Eğer bizim taraf galip gelirse, zaten onların bize bir kötülük yapması düşünülemez.”
Amr’ın bu sözlerini dinleyen müşrikler onun fikrine iştirak ettiler ve beraber¬ce yola çıkarak Habeş Kralı Necâşî’nin yanına vardılar.
O sırada Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) elçisi Amr bin Ümeyye de (r.a.) orada bulunmaktaydı. Amr bin Âs, Ümeyye’yi Nec⬺î’nin huzurunda görünce çok şaşırdı, kızardı, küplere bindi… Kendisi Mekke’den, Müslümanlardan kaçmıştı; ancak tâ Habeşistan’da bile onlarla karşı karşıya geliyordu!
Amr bin Âs, arkadaşlarıyla istişare etti. Kureyş’in intikamını almak için Ümeyye’yi öldürmeye karar verdiler. Ancak Necâşî’nin ülkesinde bunu yap¬mak kendilerinin başına dert açabilirdi. En iyisi, getirdikleri pahalı hediyeleri krala takdim ettikten sonra Ümeyye’yi istemekti.
Amr bin Âs, Necâşî’nin huzuruna çıktı ve getirdiği pahalı hediyeleri takdim ettikten sonra şöyle konuştu:
“Ey melik! Senin huzurundan bir adamın çıktığını gördüm. O, bize düşman olan bir adamın elçisidir. Onu bize ver de öldürelim! Çünkü o, bizim eşrafımız¬dan birçoğunu öldürdü.”
Bu sözler Necâşî’yi öylesine kızdırdı ki—Amr’ın ifadesiyle—”elini burnuna vurarak, neredeyse kırdı.” Amr bin Âs çok mahcup olmuştu. (Amr bin Âs, yıllar sonra bu hadiseyi anlatırken, “Öylesine korktum ki, yer yarılsaydı içine girer¬dim!” diyordu.)
Amr bin Âs, Necâşî’den özür diledi:
“Ey melik! Eğer bu isteğimden memnun olmayacağınızı bilseydim hiç böyle bir istekte bulunur muydum?!”
Necâşî bunun üzerine şöyle konuştu:
“Mûsâ’ya gelen Nâmus-u Ekber’in [Cebrâil’in] kendisine geldiği bir zatın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun, öyle mi?! Yazıklar olsun sana, ey Amr! Haydi sözümü tut da ona tabi ol. Allah’a yemin ederim ki, o, gerçekten doğruluk üzerinedir. O, Mûsâ bin İmrân’ın (a.s.) Firavun ve ordusuna galip gel¬diği gibi, kendisine karşı çıkanlara mutlaka galip gelecektir.”
Necâşî’nin bu sözleri Amr bin Âs’ta şok tesiri meydana getirmişti. O esnada Peygamberimizin hak peygamber olduğunu ve İslamiyet’in hak din olduğunu düşündü ve inandı.
Necâşî’den, İslam’a girmek üzere Hz. Muhammed (a.s.m.) namına biatini kabul etmesini istedi. Necâşî, Amr’ın bu isteğini kabul etti, elini uzattı. Amr bin Âs orada Müslüman oldu.
Dışarı çıktığında arkadaşlarının kendisine bir kötülük yapmalarından korka¬rak Müslümanlığını gizledi. Arkadaşlarından ayrılarak Resulullah’a kavuşmak üzere yola çıktı. “Hidde” denilen mevkie geldiğinde iki kişiyle daha karşılaştı. Bunlar da hakkı idrak etmiş ve Müslüman olmak üzere Resulullah’a gitmekte olan Osman bin Talha ile Arab’ın harp dâhisi Halid bin Velid’den başkası değil¬di.
Resulullah’a kavuşmak üzere beraberce yola koyuldular. Medine civarındaki Ebû Atebe Kuyusu’na geldiklerinde birisiyle karşılaştılar. Orada bulunan kimse, gelenlerin kim olduğunu ve ne maksatla geldiklerini anlamıştı.
Halid bin Velid ile Amr bin Âs’ı kastederek, “Artık bu ikisinden sonra Mekke müşrikleri hâki¬miyetini kaybetmiştir.” dedi ve Resulullah’ın mescidine doğru koştu.
Resulullah’a, gelenleri müjdeleyecekti. Gerçekten de o zatın dediği gibi, Mekke bu iki kah¬ramanın da İslam’a girmesinden sonra hâkimiyetini kaybedecekti.
Harre’de develerini çökerttiler, en güzel elbiselerini giydiler ve Mescidi Ne-bevî’ye doğru gittiler.
Bu esnada Resulullah da onların geldiğini haber almış, Ashabıyla birlikte on-ları beklemekteydi. Manzara gerçekten heyecan vericiydi. Bir zamanlar, “Bütün Kureyş Müslüman olsa, ben yine Müslüman olacağımı sanmam.” diyen, İslam ordularına karşı en şiddetli mücadeleyi yapan ve hatta Resul-i Ekrem’in vücudunu ortadan kaldırmak için fırsat arayan Amr bin Âs, Resul-i Ekrem’e (a.s.m.) biat etmek üzere gelmekteydi.
Müslümanlarda sevinç ve sürur hâkimdi. Ancak Amr bin Âs sevinmekle bir-likte eski günahlarını ve hatalarını düşünüyor, heyecanla ve korkuyla Resulullah’a doğru yaklaşıyordu.
Önce Halid bin Velid ile Osman bin Talha, Resulullah’a biat etti. Daha sonra Amr bin Âs kendisini Hz. Peygamber’in dizleri dibinde oturmuş buldu.
Mahcu¬biyetinden Hz. Peygamber’in yüzüne bakamıyordu.
Resulullah’a, o zamana ka¬dar işlediği günahla¬rın affedilmesi için dua etmesi şartıyla biat edeceğini söyle¬di.
Resulullah şöyle buyurdu:
“Ey Amr! Biat et. Hiç şüphesiz, İslamiyet, önce yapılanların hesabını sormaz.”
Bu müjde üzerine Amr bin Âs sevinç gözyaşları içerisinde Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) ellerine kapandı ve biat etti.
Bir zamanlar düşmanları safında yer alarak vücudunu ortadan kaldırmak için fırsat aradığı Resulullah için Amr, Müslüman olduktan sonra şöyle dedi:
“İnsanlardan hiçbirisi, bana Resulullah’tan (a.s.m.) daha sevgili ve daha yüce olmamıştır.”
Hz. Amr mahcuptu. Şimdiye kadar yaptığı düşmanlıktan ve verdiği eziyetten dolayı mahcubiyet duyuyordu. İç âleminde bütün bunları affettirecek hizmet¬lerde bulunmanın hesabını yapıyordu. Bir defasında Peygamberimize gelerek şöyle dedi:
“Yâ Resulal¬lah, şimdiye kadar bu dini yıkmaya çalışıyordum. Şimdi ise İslamiyet’e girdiğimin belli olmasını arzu ediyorum.”
Peygamberimiz, onun samimiyetine güveniyordu. “Yakında bir hizmete gön-de¬ri¬riz.” buyurdu.
Nihayet bir gün Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Amr’a, “Silahını kuşan, yanıma gel.” buyurdu.
Hz. Amr denileni yaptı. Sevinçliydi. Peygamberi¬mizin huzuruna çıktı. Resulullah (a.s.m.), “Seni ordunun başında bir yere göndereceğim. Allah se¬ni koru-sun, bol ganimet ihsan etsin.” buyurdu.
Hz. Amr “gani¬met” sözünü duyunca “ihlâsa za¬rar verir” düşüncesiyle, “Yâ Resulal¬lah, ben gani¬met için Müslüman olmadım, İslam’a olan sevgimden dolayı Müslüman oldum.” dedi. Peygamberimiz, “Ya Amr, iyi in¬san için helal mal ne kadar güzeldir…” bu¬yurdu.
Peygamberimiz daha sonra Hz. Amr’ı bazı kabileleri İslam’a davet etmesi için vazifelendirdi. Amr (r.a.) bu hizmete muvaffak olarak Resulullah’ın takdirini kazandı. Bundan başka Hz. Amr (r.a.) daha birçok seriyyeye askerî birliklere görevlerinin gereği olarak çok defa geceleyin yol almaları, gizli hareket etmeleri ve baskın şeklinde harekât planı yürütmeleri dolayısıyla seriyye adı verilmiştir) katıldı. Bir defa-sında da Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) gibi büyük sahabelerin bulunduğu bir birliğe kumanda etti.
Diğer taraftan Peygamberimiz, Mekke’nin fethinden sonra Umman hüküm-darına bir mektup yazdı. Bu mektubu Amr bin Âs ile (r.a.) gönderdi. Hz. Amr mektubu Umman hükümdarına verdi. Hükümdar mektubu okuduktan sonra Müslüman oldu.
Peygamberimiz bu defa da Hz. Amr’ı Umman’a zekât memuru olarak görevlendirdi.
Resulullah (a.s.m.) zaman zaman Hz. Amr’a iltifatta bulunur, onun için dua ederdi. Bu cümleden olarak bir defasında “Âs’ın iki oğlu Hişam ve Amr, tam ve hakiki mümindir.” Buyurmuş, bir defasında da “Allah’ım, Amr bin Âs’a mağfi¬ret eyle” diye dua etmişti.
Hz. Amr, Allah yolunun kahraman bir mücahidiydi. Ömrü at sırtında, harp meydanlarında geçti.
Hz. Ebû Bekir zamanında başlayan dinden dönme hadiselerinin bastırılma-sında büyük gayret gösterdi. Umman’da zekât vermek istemeyenleri yola getir¬di.
Hz. Ebû Bekir tarafından Medine’ye çağrıldı. Benî Kudâ kabilesini cezalan-dırmakla vazifelendirdi. Onların tekrar Müslüman olmalarını temin etti.
Sonra tekrar Umman’a döndü. Daha sonra da Şam’ın fethi için görevlendirildi. Bi¬zanslılarla yaptığı muharebelerde büyük başarılar kazandı. Hz. Halid bin Velid ve Ebû Ubeyde bin Cerrah ayrı ayrı orduları sevk ve idare ederek zaferden zafe¬re koştular.
Amr bin Âs (r.a.), Hz. Ömer devrinde de mühim fetihlerde bulundu. Kudüs’ün fethinde bulundu. Şam’ın zaferi tamamlanınca, Hz. Ömer’e Mısır’ı fethetmek istediğini bildirdi.
Hz. Ömer başlangıçta muhalefet ettiyse de, Hz. Amr’ın ısrar¬larına dayanamadı.
Allah’ın izniyle bu siyaset dâhisinin Mısır’ı fethedeceğine inanıyordu. İzin verdi. Ayrıca Zübeyr bin Avvam kumandasında bir ordu hazır¬layarak Hz. Amr’ın yardımına gönderdi.
Hz. Amr başarılı sevk ve idaresiyle Babulyun, Ariş, Aynişems, İskenderiye, Berka, Zü¬veyla, Trablusgarp ve Siyre’yi, hülasa Mısır’ı bir baştan bir başa fet¬hetti. Hz. Ömer’e müjdeci gönderdi. İzin verdiği takdirde, Merâkeş ve Tunus’u da fethetmek iste¬diğini bildirdi. Fakat Hz. Ömer buna müsaade etmedi. Hz. Amr’ı Mısır’a vali tayin etti.
Amr, jyi bir idareciydi. Mısır halkının her türlü işleriyle meşgul oluyordu. Halk rahatlıkla kendisine gelip meselesini anlatabiliyordu.
Bir gün bir grup Mı¬sırlı, Amr’ın (r.a.) huzuruna çıktı ve “Ey kumandan! Bizim Nil Nehri için yapa geldiğimiz bir âdet var. Onu yapmazsak nehir taşmaz. Bunun sonucunda ise ku¬raklık olur.” dediler.
Amr bin Âs (r.a.), “Bu âdet nedir?” diye sordu. Onlardan bir temsilci şöyle anlattı:
“Biz haziran ayının 12. günü bekâr bir kızı, anne ve babasını razı ettik¬ten sonra alır, güzel bir şekilde süsleriz. Sonra da onu Nil Nehri’ne atarız!”
Bu sözü dinleyen Amr’ın (r.a.) tüyleri diken diken oldu. Böyle vahşi bir âdet devam edemezdi, “İslamiyet’te böyle bir şey yoktur. Bizim dinimiz böyle batıl âdetlerin hepsini ortadan kaldırmıştır.” dedi. Onların böyle bir şey yapmalarına izin vermedi.
Mısır halkı, korku içerisinde haziran ayını beklemeye başladılar. Nihayet haziran ayı geldi. Nehir taşmadı. Aslında Nil Nehri’ne kız atmakla onun taşması arasında hiçbir bağ yoktu. Fakat şeytan onları böylece aldatıyordu.
Nehrin taşmaması üzerine halk telaşa kapıldı. Bazıları Hz. Amr’a gelerek, göç etmek istediklerini söylediler ve ondan izin istediler. Fakat Hz. Amr, onlara izin vermedi. Birkaç gün beklemelerini emretti. Ve hemen Hz. Ömer’e bir mektup yazarak durumu izah etti.
Hz. Ömer mektubu alır almaz derhâl valisine cevabi bir mektup yazdı. Mek-tubunda şöyle diyordu:
“Böyle yapmakta iyi etmişsin. Mektubun ilişiğinde sana bir yazı gönderiyo¬rum. Onu Nil Nehri’ne at.”
Bu mektup Hz. Amr’a ulaştığında halifenin emrini hemen yerine getirdi. O gece CenabıAllah, Hz. Ömer’in bir kerameti olarak Nil Nehri’ni yükseltti. Halk sevinç içerisindeydi. Âdeta bayram ediyordu. Çünkü hem Nil Nehri taşmış, hem de batıl bir âdet ortadan kalkmıştı. Artık nehrin taşması için çocuklarını kurban etmeyeceklerdi.
Akıl, bilgi ve siyasette Araplar arasında sayılı şahsiyetlerden olan Hz. Amr’ın, Hz. Ömer’in yanında büyük bir yeri vardı. Zaman zaman onu takdir eder, “Amr bin Âs’ın idaresinde bulunan bir yer düzenle yürür.” derdi.
Düşün¬cesiz veya tedbirsiz birini gördüğünde, “Ey Allah’ım, bunu da, Amr bin Âs’ı da Sen yarattın.” derdi.
Hz. Amr’ın da Hz. Ömer’e karşı muhabbeti sonsuzdu. Devamlı olarak kendi¬ne bağlı olduğunu bildir