
Hırs, insanın içindeki ateştir; doğru kullanıldığında ısıtır, kontrolden çıktığında yakar. İnsan çoğu zaman hedeflerine ulaşmak isterken, yolun kendisini unutur. Daha fazlası, daha hızlısı, daha üstünü derken akıl geri planda kalır, vicdan susar, sabır terk eder. İşte tam bu noktada oltadaki yem parlamaya başlar. Kolay kazanç, kısa yol, zahmetsiz başarı… Hepsi cazip görünür. Ama her cazibenin ardında bir bedel, her yemin ucunda bir iğne vardır.
Hırsına yenilen kişi, aslında düşmanını dışarıda arar. Oysa asıl mücadele insanın kendi içindedir. Aceleyle verilen kararlar, sorgulanmayan fırsatlar, “bir kereden bir şey olmaz” düşüncesi; insanı adım adım oltaya yaklaştırır. Balık suyun berraklığını değil, yemin parlaklığını görür. İnsan da çoğu zaman sonunu değil, anlık kazanımı hesaplar. Sonra bir bakar ki özgürlüğü gitmiş, itibarı zedelenmiş, huzuru kaybolmuştur.
Hırs; sabrı bozar, gözü kör eder. İnsan dinlemeyi bırakır, uyarıları küçümser, tecrübeyi değersiz görür. “Ben bilirim” cümlesi, oltaya giden en kısa yoldur. Çünkü hırs, insana sınır tanımaz; daha fazlasını ister, yetinmeyi zayıflık gibi gösterir. Oysa gerçek güç, durabilmeyi bilmektir. Her fırsata atlamamak, her parlayana kanmamak, her çağrıya cevap vermemektir.