​Geçen hafta, futbol sahasındaki çürümeden bahsetmiştik. Hakemlerin bahis kuponları, şike kokan kararlar... “Futbolu kirlettiniz!” dedik.

​Ama o kir, sadece üç beş hakemin formasına, sahaya bulaşmakla kalmadı. O kir, sessizce, sinsi sinsi, bu milletin evlerinin içine girdi. O kirin adı artık spor değil;

Sosyolojik bir felaket...

Adı intihar ipi...

Adı yetim gözyaşı...

​Futbol camiasının bahsi, sadece bir skandal değil; o bahsi oynayarak hayatı bir kâğıt kupona sığdırmaya çalışan, o kuponlar yüzünden yuvasını dağıtan on binlerce insanın sessiz ağıtıdır.

​Her şey küçük bir umutla başlıyor. “Şu maça basayım, borcumu kapatırım.”

​Oysa bilmiyorlar, ellerindeki o kupon, bir çıkış bileti değil; tefecinin, borç batağının, utancın ve çamurun davetiyesi...

​Oysa eskiden de oynanırdı şans oyunları;

Süper Toto...

Süper Loto...

Milli Piyango...

Ama onlar masumlardı ki...

Kimse 13+1 tutturamadım diye canına kıymamışlar.

Kimse tefeciden para alıp o milli piyango biletine yatırmamıştır. Bu yeni düzenin getirdiği, sadece bir kumar değil, bir bağımlılık ve yıkım mekanizmasıdır.

​Bir bakıyorsunuz, ‘iddia’ çamuruna saplanan adam;

Önce maaşını bitiriyor. Sonra eşinin altınlarını, sonra arabayı...

En sonunda kapıya dayanan o kaba saba tefecinin tehditleriyle baş başa kalıyor. O an, o adamın gözünde ne alın teri kalıyor, ne de namus. Sadece o borcu kapatma, o utançtan kurtulma paniği.

Ama bilmediği bir şey var: Borç, sadece parayla ödenmez. Borç, o an evdeki çocuğun geleceğiyle, annenin duasıyla, eşinin onuruyla ödenmeye başlamıştır bile...

​İşte hikâyenin en acı kısmı burada başlıyor.

​Kaç aile dağıldı bu görünmez illet yüzünden?

Kaç çocuk, babasının borcu yüzünden okuldan alınıp sanayiye çırak verildi?

Bir düşünün...

Tefeciden aldığı parayı ödeyemeyen, ailesini o karanlık insanların önüne atmak istemeyen bir baba...

Geriye ne bırakır?

Birkaç bin liralık borç senedi, bir sürü gözyaşı ve tavan arasındaki o utanç verici ipi...

​O çocuklar artık yetimdir. Onların hayatı, babalarının kuponla oynadığı ve kaybettiği o maçın düdüğüyle son bulmuştur.

Bu çocukların suçu ne?

​Bu çocuklar büyüdüğünde, babalarının hayatını sonlandıran o borcun sadece bir maçın sonucu olduğunu nasıl anlatacağız? Omuzlarına yüklenen o borç yükü, sadece maddiyat değil; soyadına yazılan kara bir lekedir.

​Bu skandal, sadece futbol kulüplerinin yöneticilerini ilgilendirmiyor. Bu, topyekûn bir millî felakettir.

​Bu topraklarda yüzlerce genç, bu lanet yüzünden psikolojik girdaba sürükleniyor. Borç yüzünden yuvasından, eşinden, işinden oluyor. Aile dramı, namus meselesi, intihar... Hepsinin anahtarı o kuponda gizli.

​Millî vicdanımızın erime hızını bir ulusal kanal spikerinin sözüyle anlatalım:

Eskiden yolda karşılaştığımız çocuklar tuttukları takımın durumunu sorarlardı. Şimdi 15 yaşındaki çocuk gelip, 'Abi, bu maç üst olur mu?' diye soruyor! Geleceğimizin teminatı olan o çocuklar, artık formanın rengini değil, orandan gelecek paranın rengini düşünüyor. İşte felaketin asıl boyutudur bu.

​Bu parada kan var, gözyaşı var, kaybedenin ahı var. Kazananı çok az gördük ama kazandığı parada bile leke var.

​Eğer devlet, bir yandan bu kuponları kanunen meşrulaştırıp vergi alıyorsa, diğer yandan intihar eden insanların ailesini bu tefecilerin tehditleriyle baş başa bırakıyorsa; bu, sadece bir yönetim hatası değil, ahlaki bir çöküştür.

​Bu felaket karşısında siyasetin, medyanın ve toplumun suskun kalması, alışması en büyük günahtır!

​Gözyaşlarımız kurumasın. Alışmayı reddetmek, bu çocuklara karşı son vefa borcumuzdur.

​Bu borç batağındaki çocukların feryadını duymayanlar, vicdanlarını hangi kuponla oynuyorlar?