Değişen zamanda, mutluluklar da değişti…

Güzellikler bile eskisi gibi değil artık.
Bir zamanlar yokluk içinde bile küçük şeylere gülümser, en basit anlarda bile kendimizi zengin hissederdik.
Bir bardak çayın buğusu, bir dostun kapıya vurması, bir sofrada eksik olsa bile paylaşılan lokmanın bereketi…
Hepsi ayrı bir mutluluk sebebiydi.

Şimdi zaman değişti.
İmkânlar arttı, seçenekler çoğaldı, hayat hızlandı…
Ama garip bir şekilde mutluluk büyümedi, tam tersine küçüldü.
Yoklukta az olan güzeldi, varlıkta çok olan yetmez oldu.
Ne aldıysan doymuyor, ne biriktirdiysen sarmıyor, ne kazandıysan kalbe dokunmuyor.

Belki de sorun zamanın değişmesinde değil…
İnsanın beklentilerinin büyümesinde.
Eskiden bir şeyin değeri vardı çünkü azdı; şimdi ise her şey çok ama değer yok.
Kalpler doymaz, zihinler huzur bulmaz, ruhlar durulmaz oldu.
Sanki hayatın içinden sessizce bir şey eksildi de biz fark etmeden yaşamaya alıştık.

Oysa mutluluk dediğin;
Bir eşyada, bir parada, bir kalabalıkta değil…
Bir gülüşte, bir tebessümde, bir insanın iyi olduğuna inanmakta saklıydı.
Birinin omzuna dayanabilmekti, bir kapının ardında huzur bulabilmek, bir sofraya yalnız oturmamaktı.
Şimdi varlık var…
Ama her şeyin içi biraz boş, biraz eksik, biraz yorulmuş gibi.
Belki de zamanla değişen mutluluk değil, bizim bakışımız.

Çünkü insanın kalbi karıştığında, dünyanın bütün nimetleri bile sadece bir gölge gibi durur.
Ama yine de umut var…
Çünkü insan isterse eski güzellikleri yeniden büyütebilir.
Bir tebessümde, bir selamda, bir “nasılsın?”da saklı olan o sıcaklığı yeniden bulabilir.
Belki azla yetinmek değil mesele;
Çok olanın içindeki azıcık gerçekliği görebilmek…
Belki de mutluluk, zaman değişse de değişmeyen tek şeydir:
İnsanın insanla kurduğu bağ.
Varlık da olsa, yokluk da olsa…
Kalp doğru yere değdi mi, dünya yine güzelleşir.