Buram buram kokan ağaçlarımız, içinde milyonlarca can yaşatan ormanlarımız, doğanın olmazsa olmazı, yaşam kaynağımız...
Soluduğumuz hava...
Aldığımız nefes...
Yediğimiz meyve...
Bir canlıya yuva...
Yazdığımız kalem...
Okuduğumuz kitap...
Adına türküler bestelediğimiz...
Şarkılar söylediğimiz.
Şiirler yazdığımız...
Toprağa değer, yeryüzüne can katan varlıklarımız...
Aslında ne kadar da değerli ve anlam dolu insanlık için...
Fakat maalesef yitirince farkına varıyoruz tüm değerlerimizde olduğu gibi...
Bu hayati varlıklarımız, hesaplamalara göre olgun yapraklı bir ağaç bir mevsimde 10 insanın yıl boyunca soluduğu kadar oksijen üretiyor. Yılda 22 kilo karbondioksit emen tek bir olgun ağaç atmosfere saldığı oksijenle iki insanın yaşamasını sağlıyor.
Bir dönüm ağaç, bir yılda ortalama bir arabanın 42.000 km yolda ürettiğine eşdeğer miktarda karbondioksiti emebiliyor. Aynı dönüm ağaç, 18 kişinin yıl boyunca nefes almasına yetecek kadar oksijen üretebiliyor.
Bunun yanısıra geçimlerini meyve veren ağaçlardan sağlayanları hiç hesaba katmıyorum bile...
750 kiloluk bir ağaçtan ortalama 365 kilo kâğıt, yani yaklaşık 72000 sayfa kâğıt elde edilebiliyor.
Mobilya, ev dekorasyonu ve daha birçok alanda sayısız faydalarını saymakla bitiremeyiz bile...
O yüzden de peygamberimiz (SAV) bir hadisi şeriflerinde buyurmuşlar ki;
"KIYAMET KOPUYOR DA OLSA, ELİNİZDE BİR FİDAN VARSA, TOPRAĞA EKİN."
Şimdi gelelim işin diğer boyutuna...
Bu denli ehemmiyeti olan bu varlıklarımız, milli servetimiz, maalesef ki, kimilerinin hırsı uğruna, kimilerinin nefreti, kimilerinin daha fazla dünya malı kazanmak, kimilerinin umursamazca piknik keyfiyeti için heba olup gidiyor...
Bunu yapanlar da bu derece önemini bildikleri için yapıyorlar zaten.
Sanki intikam alırcasına...
Sanki boğazına sarılıp nefesi kesilinceye dek sıkarcasına...
İzmir'de, Eskişehir'de, Bursa'da, Karabük'de, Hatay'da, Uşak'ta, Çanakkale'de, Antalya'da, Soma'da, Kahraman Mararaş'ta ...
Türkiye'nin dört bir yanında...
Her gün farklı bir yerde ve aynı anda bir çok bölgede...
Milyonlarca hektarlık alan yok olup gidiyor...
Ciğerlerimiz çatır çatır yanıyor. İçerde kalan canlıların feryatları arşı sarıyor. Yavrularını kurtarmaya çalışan anneler, onlarla beraber yanıp kül oluyor. Doğal denge tamamen tarumar ediliyor.
Savcılık bunların kasıtlı olarak yapıldığı araştırması içerisinde.
Bu doğa cinayetini kasıtlı yapanlar varsa eğer şunu iyi bilmeliler ki sadece bu cennet ülkemizi değil, kendi nesillerinin de geleceğini ateşe atmışlardır. Yeryüzünün ciğerlerini yok etmekle bastığı dalları da kesmiş, orada can veren milyonlarca kuşun, böceğin, tavşanın ve canlıların da ahını almışlardır.
Biz ise ülke olarak bu felaketlere her daim hazır olmalıyız. Lâkin bunu her defasında söylüyoruz ama başımıza gelince de yine bocalayıp kalıyoruz.
Biz deprem ülkesiyiz...
Orman yangınlarıyla her an yüz yüzeyiz...
Sel baskınlarının ansızın tehlikesindeyiz.
Her yıl erozyonla neredeyse Kıbrıs yarımadasına yakın büyüklükte toprağımız denizlere gidiyor.
Bu felaketler, afetler her defasında kaderimiz olmamalı...
Talihimize küsüp bir acziyet moduna girmemeliyiz.
Her daim bu durumlarla karşı karşıya gelmemiz an meselesiyken, ahla vahla geçiştirip kaybettiklerimize yakınmanın hiçbir faydası yok...
Sonrasında giden canlar, kaybolan umutlar, hüzün dolu bakışlar ve ağır faturası kalıyor bizlere...