Bir evde tartışmalar büyüdüğünde, yetişkinler bazen bunun sadece iki insan arasındaki anlaşmazlık olduğunu düşünür.
“Biz aramızda konuşuyoruz, çocuk anlamaz” derler.
Oysa çocuklar, kelimeleri anlamasalar bile duyguları kusursuzca okuyan küçük aynalardır.

Bir tartışmanın ortasında çocuk, çoğu zaman kapının arkasında ya da odasının köşesinde sessizce durur.
Sessizliği, korktuğu için değil;
o an ne yapacağını bilemediği için…
sanki nefes alırsa daha kötü bir şey olacakmış gibi.

Çocuğun bedeninde o sırada görünmez bir değişim başlar:
Nefesi sıklaşır, omuzları kasılır, kalbi hızlanır.
O küçük beden, yetişkinlerin bilmeden yaydığı gerginliği
kendine bir sorumluluk gibi yüklenir.
Çünkü çocuk, dünyayı kendi güven duygusu üzerinden yorumlar.
Evin içindeki en küçük değişiklik bile onun “dünyası” için bir sarsıntıdır.

Yetişkin bir çift tartıştığında, o anın biteceğini bilir,
konunun nedenini az çok kavrar,
hayatın döngüsünde böyle anların olabileceğini kabul eder.

Ama bir çocuk için tartışma;
anlamlandırılamayan bir gök gürültüsü gibidir.
Her ses yükseldiğinde içinden şu soru geçer:
“Şimdi ne olacak?”

İşte o belirsizlik, bir çocuğun ruhunda en ağır yüktür.
Sözleri yoktur ama hisleri büyüktür.

Çocuk, çatışmanın nedenini bilmez;
ama ortamın güvenli olup olmadığını saniyeler içinde fark eder.
Bir yetişkinin yüzündeki asıklık, ses tonundaki sertlik,
kapının hızlı kapanması, bardakların masaya sert bırakılması bile
onun için “tehlike” sinyalidir.

Ve bu sinyal, yıllar boyunca kapanmayan bir alarm gibi çalışır.

Büyükler her tartışmadan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam edebilir.
Ama çocuk, çoğu zaman o tartışmanın bıraktığı izle yaşamayı sürdürür.
Yetişkin olduğunda bile, biri sesini azıcık yükselttiğinde irkilir,
bir ilişki içinde tartışma çıktığında hemen geri çekilir,
“bir şey olacakmış” hissi onu ele geçirir.
Bazen kaygı olur, bazen tetikte olma hali…
Bazen de “yanlış bir şey yaparsam yine huzur bozulur” düşüncesi.

Çocuklukta edinilen bu duygusal kayıtlar,
hayatımızın en görünmez ama en güçlü yönlendiricileridir.
Bir evde tartışma olduğunda çocuk susar,
ama o suskunluğun içinde milyonlarca duygu vardır.

O suskunluk;
bir alarmdır,
bir yardım çağrısıdır,
bir korunma çabasıdır.
Ve çocuk çoğu zaman bunu tek başına taşımak zorunda kalır.

Evin içindeki huzur bozulduğunda
çocuğun duygusal düzeni de bozulur.
O düzen, dışarıdan görünen eşyalardan değil,
yetişkinlerin tavrından, tonundan, bakışından yapılmış bir iskelettir.
O iskelet bir kez çatladığında,
tamir etmek için yıllar gerekebilir.

Bu nedenle bir evde çocuk varsa,
en büyük sorumluluk “haklı çıkmak” değil,
huzuru korumaktır.

Çocuklar tartışmaların sebebini değil,
sadece sonucunu yaşarlar.
Ve çoğu zaman en çok acıyı,
en çok susan çeker.

Bir evde ses yükseldiğinde,
bir çocuk sessizleşiyorsa,
orada incinen sadece o anın atmosferi değildir—
bir ömür boyu taşınacak bir duygu da kırılıyor olabilir.

Belki de bu yüzden,
evdeki kavgaların ortasında en çok duyulması gereken şey,
çocuğun sessizliği ve o sessizliğin anlattıklarıdır.