Çocuk yaşta annesini kaybetmiş, babasının tüm çabalarına rağmen okulunda başarı sağlayamamış, sınıf arkadaşlarının çoğu okuyup

Çocuk yaşta annesini kaybetmiş, babasının tüm çabalarına rağmen okulunda başarı sağlayamamış, sınıf arkadaşlarının çoğu okuyup makam, mevki, iş sahibi olurken kendisi bir baltaya bile sap olamamıştı. Okuluna önem vermemiş, liseyi vasat bir derecede zorlanarak bitirmiş, girdiği sınavların hiç birini kazanamamıştı. Yaşı yirmi biri geçtiğinde hayatın şakasının olmadığını, geçen günlerin geriye gelmediğini, yaşamın eskisi kadar kolay geçmediğini anladı. En fazla da tutkuyla ilgi duyduğu, karşılıksız bir aşkla sevdiği bir türlü açılamadığı sınıfındaki kız arkadaşının varlıklı bir iş insanıyla evlenip gitmesini bir türlü kabullenememişti.

Babasının söyledikleri ve her defasında duyduğunda sinirlendiği “Etme oğlum, derslerini aksatma, sonunda pişman olursun, hayatın şakası yoktur, insanlar kazanan atı sever, yıkılan ağacın gölgesi olmaz, her kes bir iş güç sahibi olur, güler eğlenir, sen okuyup bir işe girmezsen yıkılırsın, pişman olur, ağlarsın.” Sözlerini hatırlayıp ne kadar haklı olduğunu anlamış fakat çaresizlik içinde ne yapacağını bilemez hale gelmişti.

Aklından çıkarmadığı, omuzuna yaslandığı, her yıkıldığında tutup kaldırdığı, yüreği sevgiyle dolu, bir gülüşüyle canına can katan, güç veren dağ gibi yürekli babası da yoktu artık. Acı duymadan, yokluk hissetmeden geçen eski günleri gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Çevresinde birlikte yaşadığı eşi, dostu, yakın akrabaları dâhil herkes bir işi, mesleği, parası olana itibar ediyor, kendisine hiç kimse yakınlık göstermiyordu.

Çalmadık kapı bırakmadı, yapabileceği hiçbir iş bulamadı. Sonunda eş, dost vasıtasıyla lastik tamircisi yanında bir iş buldu. Aylarca kar-kış demeden ekmek arası yemekle karın tokluğuna sağlıksız bir ortamda çalıştı. Sıcak sulu yemek yüzü pek görmedi. Soğuk kış günü sobası olmayan tamirhane ortamında hastalandı. Doktora gidecek parası, bir gün dahi sigortası yoktu. Üstelik SGK Genel Sağlık Sigortası Yatırmadığı, faiziyle birlikte birikmiş 7.300 TL. borcu bulunduğuna dair tebligatı alıp okuduğunda elleri titreyip yüreğinde tarifsiz bir acı hissetti. Kuşburnu, nane-limon çayı sayesinde bir parça düzeldi. Ancak nefes alıp vermede zorlanma hissediyor, göğsünde hırıltılı sesler geliyordu.

İki gün hasta yattı, işine son verildi. Aylarca boş gezdi, sonunda şehrin dışında bir petrol ofisinin bitişiğine hurda teneke saçlarıyla barakadan dört metre kare büyüklüğünde bir lastik tamir dükkânı açtı. Duşa kabin camıyla ikiye bölüp arka kısmına tahtadan bir seki çatıp yatak odası yaptı. Hem çalışma hem yaşam odası olarak kullandığı odanın camına “Müdüriyet” yazarak özlemini çektiği, acısını hissettiği ihtiyacını gidermeye, duyduğu değersizlik ve aşağılık duygusundan psikolojik olarak kendini teselli etmeye çalıştı. Borçlandı, ikinci el tamir malzemeleri aldı.

Aylar sonra piknik tüpünde demlediği çayını içerken, kırmızı renkli lüks bir araçtan spor giyimli bir erkek ile şirin mi şirin minicik bir kız çocuğunun elini tutmuş şık giyimli bir bayanın indiğini gördü. Erkeğin kendisine “Hey lastikçi, bakar mısın?” sözü üzerine yanlarına vardığında şaşkınlığından söyleyecek söz bulamadı. Bir anda göz göze geldiği, bir türlü ıslak kırmızı dudaklarını unutamadığı sınıf arkadaşı, gizliden gizliye aşkına yandığı kız arkadaşı Güzide’nin “Aa Mert, ne yapıyorsun burada?” sözleri karşısında dondu kaldı. Utandı, dili tutuldu, konuşamadı, yağlı ve kirli ellerini arkasına saklamaya çalıştı, sonra koşarak uzaklaştı. 

Barakasına döndüğünde arka arkaya içtiği demli çay ve sigaranın sayısını unuttu. Hayatı çekilmez, daha sıkıcı buldu. “Hey Lastikçi” sözü karşısında ezildiğini, aşağılandığını, kir, pas yağ içindeki mekâna “Müdüriyet” yazmakla değerinin ve itibarının artamayacağını, yine sıradan, değersiz bir insan olduğunu anladı. Hızla kalktı, petrolün marketinden bir şişe 35’lik rakı aldı. Yaktı ardı ardına sigarayı, doldurdu içti, doldurdu içti rakıyı, dinledi yüreğine hançer gibi saplanan türküyü. 

Açma zülüflerin yar yar yellere karşı

Senin zülfün benim, benim telim değil mi?

Bülbül figan eder, eder güllere karşı

O yar benim gülüm, gülüm değil mi?

Sallama saçlarını yar yar sende bulursun

Azrail misali yar yar canımı alırsın

Etme bu cefayı yar yar kanlım olursun

Bu kul senin kulun, kulun değil mi?

Dinlerken aşk ve sevda kokan şarkıyı gözlerinden yaşlar sicim gibi boşandı. Yalnızlığına, perişanlığına, sevdasız geçen günlerine yanıp-yıkıldı. Tek başına şişenin tamamını içti, hayata kahredip, hüzünlendi. Buz gibi soğuk havanın etkisiyle titrediğini hissedip, dizleri ve ellerini karnına yapıştırmış halde içki ve sigaranın etkisiyle yatağının üzerine öylece sızıp kaldı. Gecenin 03.30’unda itfaiyenin siren sesleri ortalığı acı acı inletip alevler içinde kalan barakayı söndürdüğünde kömüre dönmüş cesedi ile “Güzide Lastik Tamir evi” levhası itfaiyecileri tarifsiz acılara ve gözyaşlarına boğdu. Ertesi günkü sekiz sütun manşetten bir gazete başlığı “Diri diri yandı. Yüz doksan ülkeden on üç milyon mülteciyi 11 yıldır besleyen yapı sigortasız öz evladına borç tebligatı gönderdi”