Hayatın hızı içinde çoğumuz, karşımızdakinin ne söylediğine o kadar odaklanıyoruz ki, aslında ne anlatmak istediğini bazen kaçırabiliyoruz. Bu bir iletişim telaşı, bir hız tuzağı. Hepimiz yüksek sesle konuşulan yerlere koştururken, asıl hikâyeler gürültüye karışıp, sessizliğin kuytularında fısıltı olarak kalıyor.
Bu köşede yapmak istediğim şey tam olarak bu; herkesin yüksek sesle konuştuğu yerlere değil, sessizce geçiştirilen detaylara birer pencere açmak. Çünkü insan kendini sadece kelimelerle anlatmaz.
Bir çocuğun harfleri neden karıştırdığı, bir yetişkinin neden o derin nefesi bir türlü alamadığı ya da bir resimdeki o keskin çizginin neden yarım kaldığı aslında aynı dilin farklı parçalarıdır. Biz genellikle sadece hatayı düzeltmeye odaklanırken, o hatanın arkasındaki asıl hikâyeyi duymayı unutabiliyoruz.
Oysa harflerin ters yazılması bazen sadece bir dikkatsizlik değil, zihnin dünyayla kurduğu bambaşka, kendine has bir bağın işaretidir. Göğsümüzde düğümlenen o nefes, bedenin yıllardır sabırla taşıdığı gizli bir yükün fısıltısı olabilir. Kâğıda sertçe bastırılan bir kalem ise kimi zaman kelimelere dökülemeyen duyguların dışavurumudur.
Toplum olarak hızlıca çözüm üretme, hemen iyileştirme ve kalıba sokma telaşındayız. Bu telaşa kapıldığımızda, karşımızdakinin özgün dilini susturmuş oluyoruz. Oysa birini hemen toparlamaya ya da değiştirmeye çalışmak yerine, bir adım durup bakmak çoğu zaman daha anlamlıdır. Çünkü her çocuk ve her yetişkin, her şeyden önce olduğu hâliyle anlaşılmak ister.
O anki hatası, onun kim olduğu değil; sadece içinde bulunduğu durumun bir yansımasıdır.
Bu yolculukta öğrenmenin, gelişimin ve nefes almanın kendine has ritmini dinlemek gerekir. İnsan, tek bir kalıba sığmayacak kadar zengin ve karmaşık bir varlıktır. Belki de bugün ihtiyacımız olan tek şey, karşımızdakini değiştirmeye çalışmadan önce onu gerçekten görmeye niyet etmektir.
Çünkü birinin bizi gerçekten gördüğünü hissettiğimiz o an, aslında iyileşmenin de başladığı yerdir. Her dilin dinlenmeyi hak ettiğine inanarak, burada sadece anlamaya ve hissetmeye yer açmalıyız. O zaman o küçük fısıltıların ne kadar büyük hikâyeler taşıdığını fark edebiliriz.