Dünyada siyasi, askeri ve ekonomik dengeleri belirleyen en kritik unsurlardan biride şüphesiz istihbarattır. Özellikle İsrail ve İran arasındaki uzun süredir devam eden örtülü savaş, bu alandaki etkinliğin ne kadar hayati olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
İstihbarat, sadece savaş zamanı değil; barış döneminde de ülkelerin yönünü belirleyen stratejik bir araçtır. ABD, Çin, Rusya gibi küresel güçler, istihbaratı diplomasi, savunma ve teknoloji alanlarında kullanarak dünya siyasetinde yön verici rol üstlenmektedir. Artık klasik saha ajanlarının yanında siber analiz, yapay zekâ ile veri işleme ve Açık Kaynak İstihbaratı öne çıkmaktadır. Toplumların istihbarat farkındalığına sahip olması, özellikle sosyal medya üzerinden yayılan bilgilerin doğruluğunu sorgulama becerisiyle doğrudan ilişkilidir. Günümüzde bilgi kirliliğiyle savaşmak da bir tür istihbarat savaşıdır. İsrail ile İran arasındaki çekişmenin, doğrudan askeri çatışmadan çok istihbarat ve siber alanlarda yürütüldüğü, İsrail Mossad aracılığıyla İran’ın nükleer programını sabote etmeye çalışırken; İran’ın da Kudüs Gücü vasıtasıyla İsrail'e karşı vekil örgütler ve siber saldırılarla karşılık verdiği görülmektedir.
2020 yılında İranlı nükleer bilim insanı Muhsin Fahrizade'nin suikastı ve 2021 yılında Natanz tesisine yönelik siber saldırı, bu mücadelenin en çarpıcı örneklerindendir. Bu eylemler, yalnızca birer saldırı değil; aynı zamanda psikolojik üstünlük kurma amacı taşımaktadır.
İsrail’in İran’a sızabilmesi, uzun süreli planlamaya, ileri teknolojiye ve iç kaynaklara dayanmaktadır. İsrail istihbaratı, İran içinde bilgi akışı sağlayan ajan ağları kurmuş, muhalif unsurlarla iş birliği yapmış ve istihbarat teknolojilerinden faydalanarak sahadaki hedefleri, rejim karşıtı grupların devşirilmesi, haberleşmelerin dinlenmesi ve analiz edilmesi, uydu ve yapay zekâ destekli hedef tespiti, etnik azınlıklarla taktiksel iş birlikleri ile belirlemiştir. İstihbarat savaşları, modern çağın en etkili mücadele biçimlerinden biridir. Analiz masalarında, bilgisayar ve uydu ekranlarında ve kriptolu mesajlarda kazanılan zaferler, geleceğin savaş modelini ortaya koymaktadır. Savaşın asıl galipleri, görünmeyen sessiz oynayanlardır ve savaşlar artık cephede kazanılamaz. Bilgi çağında güçlü olan, bilgiyi en iyi kullanan olacaktır.
İsrail’in birinci ve en açık gerekçesi: İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarıdır. İran, uranyum zenginleştirme kapasitesini artırarak nükleer bomba yapabileceği bir sürece girmiştir. İsrail bu tehdidi kendi ulusal güvenliğine doğrudan bir tehlike olarak görmekte ve 'İran’ın nükleer silah sahibi olmasına asla izin vermeyiz' politikasını sürdürmektedir. Bu nedenle suikastlar, siber saldırılar ve doğrudan askeri operasyonlar da dâhil olmak üzere birçok önleyici hamle yapılmaktadır. İsrail, geçmişte Irak (1981) ve Suriye’deki (2007) nükleer tesislere yaptığı saldırılar gibi, tehditleri henüz gelişmeden yok etme stratejisi izlemektedir. Bu güvenlik doktrinine göre İran en büyük hedef konumundadır. İsrail için İran, nükleer tehditten çok daha fazlasıdır, bu bir varoluş meselesidir.
İsrail ile İran arasında yaşanan çatışma, bölgesel olduğu kadar küresel sonuçlar doğurabilecek bir risk taşımaktadır. Bu çatışmanın en kritik sorularından biri de ABD'nin bu savaşa doğrudan katılıp katılmayacağıdır.
ABD, savaşın içinde ama görünmeyen bir aktör olarak yer almış durumdadır. ABD, İsrail’i doğrudan savaş yerine; istihbarat, lojistik, hava savunma sistemleri ve diplomatik destek ile güçlendirmeyi tercih eder. Vekil unsurlar üzerinden baskı kurmak, siber savaş yöntemleri kullanmak ve Arap müttefiklerle hareket etmek, öncelikli stratejisidir. Büyük ölçekli savaşın ABD’ye ekonomik ve siyasi bedeller getirmesi, doğrudan müdahaleyi zorlaştırmaktadır. ABD kamuoyunun savaş karşıtı tutumu da bu noktada belirleyicidir. Ancak bazı gelişmeler bu dengeyi değiştirebilir, bunlar; ABD üslerinin (Irak, Suriye, Körfez) hedef alınması, Hürmüz Boğazı'nın kapatılması ve enerji arzının tehdit edilmesi, İsrail'in varlığını tehdit edecek boyutta büyük saldırılar. Bu gibi senaryolarda ABD, müttefik koruma politikası kapsamında doğrudan müdahale edebilir ve sahaya inmekten kaçınmaz.
ABD, doğrudan sahaya asker göndermese bile savaşa aktif şekilde katılabilir. Bu katılım; İsrail’e hava savunma sistemleri sevk etmek, Siber altyapı desteği sağlamak, Özel kuvvetleri “danışman” olarak sahaya göndermek, İran'a yönelik ekonomik ve siyasi baskıları artırmak, Uluslararası kamuoyunu İran’a karşı yönlendirmek. Gibi yöntemler gerçekleştirebilir.
Görüldüğü gibi; Modern savaşlarda istihbarat, teknoloji ve vekil unsurlar üzerinden yürütülen mücadeleler artık en az tanklar ve füzeler kadar belirleyici olmaktadır. ABD de bu gerçeğin farkında olarak savaşlarda aktif ama görünmeyen rolünü sürdürmektedir.