HAREKET DAVASININ İKİ IŞIĞI: NURETTİN TOPÇU VE MUSTAFA KUTLU

“Şayet iradem doğru ise, kararlı bir şekilde iyiliğe
 yönelmişse şüphesiz hakikat zekâma doğacaktır.”
Nurettin Topçu

Nurettin Topçu hayatın maddeden uzaklaştıkça artacağına inanan ve inanç boyutunun evrensel dinler üzerinden değil de kendi insanlığının benliğini yıkmak olacağını savunur. Batan bir dünya tasavvuru Nurettin Topçu için oldukça ufku açık ama basit bir olgudur. Aynı zamanda hukuktan sanata kadar birçok alanı içinde taşıması gerektiğine inandığı ahlâk diyalektiğine yaşamında vurgu yapar. Dünya ve metafizik algısında nesillerden nesillere nüfuz edebilecek bir algıdan bahseder. Donuk veya ruhta olduğuna inandığı perdelerin iç benliğimizde açıldığını naif bir dille zihinlerde soru işaretleri bırakarak cüz’i iradelerimize zerk eder. İsyanlarımız ve itirazlarımızın artık yok oluşunun nedenlerini insanlığımızın içinden geçerek yorumlar. Metafizik imkânlarla anlatmak istediklerini kuvvet adında yorumlayan Nurettin Topçu, kuvvetin ruhanî olduğuna inanır. Ona göre, “Din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı. Dindar adam başkalarından çok şey bilen değil, daha çok kuvvetli olan insan” idi. İlk yazılarından itibaren tenkitçi bir bakış açısıyla yeni bir insan, millet, devlet modeli inşa etmeye çalışırken diğer taraftan bütün bunların o günün şartlarında ve tarihten gelen sağlam kulvarlar üzerine oturmasını mümkün kılacak bir Rönesans fikri, bir tarih, sanat, ahlâk, felsefe, tasavvuf ve din anlayışı geliştirmeye yönelmiş, metafiziği dışlayan felsefî görüşlere karşı çıkmış; duygu, akıl, sezgi, aşk, mutluluk ve dava kavramlarını yeniden yorumlayıp ahlâk ağırlıklı bir felsefe kurmuştur. Kapitalizm, sosyalizm, kültür ve medeniyet, kuvvet ve teknoloji meselelerini büyük ölçüde dönemindeki yaklaşımlardan farklı bir üslûp ile tartışmıştır.

Nurettin Topçuya göre, felsefesiz bir İslam’da; İslam filozoflarının sorumluluk ve disiplinin yerini vazifeye bıraktığını görürüz. Ruh dünyasının akıl adamlarının yerini ise gözlerini kapayıp her şeyden daha yoz ve umursamaz, vazifelerini yapan görev adamları almıştır. Toplumsal yaşamdaki gelenekler, örfler, âdetler, normlar insan hürriyetinin önündeki en büyük engellerdir. Muhafazakâr insan; güvenliğini özgürlüğe tercih etmiş, inancı için üretici fikirlerden vazgeçmiş bir camia adamıdır. Hâlbuki Nurettin Topçu değişen dünyada var olan sistemlere ayak uydurmaktan ziyade değişimin insanlar için olumlu yönde telakki ettirilmesini uygun görmüştür. Demokrasi iradeleri, yerleştikleri bazı beldelerde tutunabilmek ve gelecekte faydalı eser verebilmek için, idare ettikleri halka, kendilerine hâkim olan zihniyeti kuvvetle bilinçlendirici bir terbiye vermeli ve bu zihniyetle güzel bir nesil yetiştirmelidir. Demokrasilerden beklenen amaç ancak bu şekilde elde edilebilir. Aksi halde, demokrasi sürekli olamaz ve kendisinden beklenen insanlığı amaç ve idealine götüremez. Ancak dışarıdan bakıldığında şekil bakımından demokratik görünen, idare edenlerde sorumluluk şuuruna dayanmayan ve bu şuuru yaşatmaya yeterli iradeyi terbiye etmesindeki rolü üstlenen bir nesil yetiştirmeyen demokrasi, ruhsuz bir iskeletten ibaret kalır ve idare edilen zümreleri oyalayarak bir zaman zarara uğratmaktan başka bir şey yapamaz.

“Halk olmak mesele değildir, halkın içinden ahlâk olarak çıkmak meseledir.”

Halkın içindeki yaşam algısını elinden almak mümkün değildir. Hayatımızın en büyük nimetlerinden olan sevgi toplumumuzun en manidar olanağıdır. Allah'ın yalnız insana bahşettiği büyüklük, insanlıktan ya alınıyor ya da ona veriliyor. Çok kez insanın en büyük bildikleri, hayatın bitişinde ortaya çıkan olanaklardır. Bu durum, madde âleminin avcısıdır. Zavallı âdemiyet, kendi ruhunu perişan eden, kendi hırsızlarının kurbanıdır. İnsanlığa büyüklük bağışlayan gerçek büyükler ise ruh dünyamızın mücahitleridir. Bu öyle bir durumdur ki her manada içinde bulunan ama unutulmayan yokuşları birbirinde bulmamızı sağlayan bir savaştır.

Mustafa Kutlu ve İnsan

 

“Kim demiş kuşlar konuşmaz, insanlar anlamaz diye.”

Mustafa Kutlu

 

Mustafa Kutlu tahammül sınırlarını seferle boyutlandırarak eserlerinde inandığımız, uğruna pek çok şeyi göze aldığımız umutları. Birlikte yürünecek yoları. Bizimle aynı duyguları, fikirleri paylaşan insanların açmazlarını, acılarını dile getiriyor. Tahammül, insanların dayana bilirlik sınırları ile her olayın karşısında takınılan tavrın adı olarak anılır. Pek çok durumda insanların gerek fıtraten gerekse olması gerekenin kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerinin daha doğru olduğu yanılgısının peşinden gidildiğini kanıtlar. Elbet bu durum toplumsal olarak sorunların başında gelmekte... Kutlu’nun “Ya Tahammül Ya Sefer” adlı hikâyesinden örnekler vererek devam edelim.

            “Müftü kızı Neslihan Hanım yüzüne gün değmemiş. Haremliği selamlığı olan bir evde büyümüştü. Kocası Erzurum’un eski ailelerinden, mazbut, Müslüman, karıncayı incitmez, idealistti.” yıllar sonra kocası üst düzey yetkili olur. Bir düğün merasimine gitmek üzere hazırlanırken Neslihan Hanım içinde duyduğu onca duygu ve düşünceleri şöyle ifade ediyor. “Neslihan Hanım ayaklarını sürüyor. İşte bir kez daha kahrolarak takılıyor kocasının peşine. İçindeki yaranın kabukları kalınlaştı. Son bir defa aynaya bakıyor. Gergin, anlamsız yüzünü süzüyor. Ağarmış saçlarına, yaşı kurumuş göz pınarlarına dalıyor. Başını ne zaman açtı? Ne zamandan beri böyle düğünlere, yemeklere, kokteyllere gidiyor?” olmuştu. İnsanların yaşamlarında yıllar sonra ki değişimleri statü ve düşüncelerindeki olgunluğun yerli yerini bulamayışı hayatlarındaki iç çekişmeleri beraberinde getiriyor. Hikâye kahramanında da yansıtıldığı gibi insanların iç duyuşları hayatları boyunca peşlerini bırakmaksızın devam eden serüvenler bütünü olmaktan kurtulamıyor. Acıların ve mutlulukların âdemoğlunun ademiyetini iyi anımsayarak insan olabilme gayretindeki yolculuğuna el sallamaması gerektiğini anlıyoruz.

            Hikâyede hâlbuki “kocasının içtimai mevkii sağlamlaşıp “bazı mahviller”de görünmesi sıklaşınca, ona bağlanan umutlar kendisinin ve bir iki yakın dostunun tanımlaması, öyle söyler hep fazlalaşınca Neslihan Hanım’ın kokteyllerde boy göstermesi icap etti.” Neslihan Hanım karakteri öyle ki kendi isteği ve iç sindirilmişliği ile sürdürdüğü bir hayattan uzak oluşunu ve yaşamdaki dramını, kendi farkında olamayışı oluşturduğunu fark etmeye çalışan üslup sağlanmıştır. İnsanlar olarak yaşamak istediğimiz hayatın fırsatlarını iyi değerlendireceğimizin gerçeklerini ve olanaklarını unutmadan toplumumuza ve yaşamı israf etmeksizin adımlarımızı sıklaştıracağımız inancı içinde olduğumuzu düşünüyorum. Sefer, insanların toplumsal olarak bir yerden bir yere gidiş gibi algılansa da sefer insanlığın süregelen en gerçek ve sahih olgusudur. Hayatın görünür yüzünden çok görünmeyen kısmına dâhil olduğuna pek çoğumuz kanaat getirmeyiz. Lakin her olgunlaşmış meyve taşlanır. Bizlerin umumiyetle hayatta insan olma derdini taşımamız, sosyal olarak da vazgeçilemeyecek bir durum olarak kalacaktır.