İnsanlığa
faydalı, sağlıklı bir ruh sağlığına sahip, kişilikli, karakterli, davranışları
ile duygularının nedenlerini anlayan, kendini tanıyan çocuk yetiştirmek, onları
yeterli bilgilerle donatmak, yol göstermek karşılaştığımız temel sorunlardan
biridir. Eğitim tarihine adını yazdırmış, düşünceleri gelişmiş ülkeler
tarafından kabul görmüş, yapıcı bir dünya fikrinin, bireysel psikolojinin babası, filozof, psikiyatrist Alfred Adler’in eğitim ve insanalanındaki
tespitleri:
Adler: “İnsan, bir toplumun içinde doğar; aile onun ilk
toplumudur. Bebekle annesi arasındaki alışveriş, gelecekteki toplumsal
ilişkilerin öncüsüdür. İnsanların davranışları, duyguları, algıları, tutumları,
kişilik ve yaşam biçimi çok küçük yaşlarda oluşur ve geleceklerini
şekillendirir. Dört, beş yaşlarından sonra yaşanılan her şey, o yaşa kadar
edinilmiş kalıplara göre meydana gelir. Ailesi, diğer insanlarla, çevresiyle
kurduğu ilişkiler yaratıcı benliğinin gelişip kişiliğini yapılandırmasına,
yetersizliklerini giderme ve yükselme isteklerini yönlendirmesine, yaşamını
biçimlendirmesine olanak sağlar. Kişisel ve bencil kazançlarından sıyrılan
insan tüm çabalarını toplumsal amaçlara yöneltir.
İnsan doğal olarak
toplumsaldır. Toplumsal ilgi
sonradan kazanılmaz, doğuşta her insanda vardır, insana özgü her özellik gibi
toplumsal ilginin de gelişmesi gerekir. Çevre,
çocuğun toplumsal ilgisini geliştirmek, eğitmek ve yönlendirmek zorundadır. Yanlış eğitim toplumsal ilginin
sağlıklı gelişmesini engeller ve çeşitli uyumsuz davranışların, nevrotik belirtilerin
oluşmasına yol açar. İnsanlar evrensel bir sosyal
duyguyla birbirine bağlı olan sosyal
varlıklardır. Çocuğu, büyüklerin yanına çeken sevgi ihtiyacı doğuştan gelen
sosyal duygunun ilk belirtisidir. Her çocuğun ruhuna kök salmış olan bu sosyal
duygu ve çocuktaki olumsuz duygusal çatışmalar, akıl ya da ruh hastalıklarında
rol oynayan kesin bir etkendir. Bu sosyal duygunun yeterince gelişememesi
doğrudan doğruya eğitim sistemlerimizdeki ve yöntemlerimizdeki hatalara
bağlıdır. İnsan eğer bu gibi hatalardan kaçınabilirse kişisel tabiatı iyiye
doğru gelişir.
İnsanı, sadece içgüdüleri
yönetmez, sorunlarının tek nedeni doyumsuzluklar değildir, yetersizlik duyguları yaşamının her yönünde ortaya çıkabilir. Her
insanın bir yaşam planı vardır ve bu planın oluşturulmasında çocukluk
yıllarının etkileri belirleyicidir. İnsan, kendince geliştirdiği yaşam
biçiminde, başka etkenlerin önemli payı vardır. Kişiliğin gelişmesinde ve
bütünleşmesinde yaşadığı toplumun
önemini çok önemlidir. Hepimizin temel arzusu ve hedefi ait olmak ve
kendimizi değerli hissetmektir. Her çocuğun kendince seçtiği ve erişmek için
çabaladığı idealleri, davranışlarını etkiler ve o insana özgü ruhsal süreçlerin
oluşmasına yol açar.
İnsan, yalnızca çevreden gelen
etkilerle belirlenmiş bir varlık değil kendi hayatını düzenleme yeteneğine
sahip bir varlıktır. Bu da insanın yaratıcı benliğinin gelişmesine bağlıdır.
İnsanın yaratıcı benliğinin en elverişli ortamının yaratılması ve gelişmesi, kişiliğinin hatalı gelişmelerinin
önlenmesi, düzeltebilmesieğitim kuruluşlarının
görevidir. Eğitilebilir olmanın temelini,
çocuğun kendi zayıflığını ve güçsüzlüğünü, aşağılık ve yetersizlik duygularını
başarılı bir şekilde giderebilme yolu gösterdiği çabalarına ve kendisine
bağlıdır. Herkesin iyiliği için
uğraşarak, kişisel yetersizliklerinin üstesinden gelebilir, problemlerini çözebilir, hayatına
daha olumlu bir yön verebilir, çevresindeki kimselerle daha iyi ilişkiler
kurabilir.Kişisel sorunlarımızı çözmenin
yolu şudur:İnsan, çevresindeki
kimseleri tanıyıp, onlarla iyi ilişkiler kurarak, psikoloji biliminin
ilkelerinden faydalanıp, yaratıcı benliğini geliştirip, en elverişli ortamı yaratarak, çeşitli sebeplerle çocukluğunda geliştirdiği aşağılık ve
yetersizlik duyguları ile kendi kuşku, kıskançlık, haset, kin, boş gurur vb. gibi insani
zayıflıklarını, kusurlarını büsbütün düzeltebilir, düzeltmese bile onlara iyi
bir yön vererek kendisine ve topluma yararlı olabilecek bir biçime sokarak
problemlerini çözebilir ve hayatına daha olumlu bir yön verebilecek pratik
birtakım yollar geliştirebilir.
Bazı
psikologlar-psikiyatristler “insan tabiatı gereği vahşidir toplum tarafından
ehlileştirilmesi gereken bir varlıktır” düşüncesine sahip olsa da “Her insan,
özünde iyidir.İnsanlara ve insani problemlere iyimser bir görüş açısından
yaklaşılmalıdır.”
Kendini tanıma mutluluğun bir
yasasıdır. Günümüzdeki insanın kendini tanımak için sahip olduğu imkânlar yarım
yüzyıl öncesine kıyasla mümkün olmayacak oranda artmış ve yaygınlaşmıştır.
Gündelik gözlemlerle ve insan tabiatını incelemiş olanların yazdıkları
kitapların aracılığı ile insan kendini ve başkalarını objektif bir biçimde
tanıyabilir
İnsanların
önüne çıkan, hiç durmadan ortaya çıkan problemler vardır, insan bu
sorunları/problemleri çözmek zorundadır. Bu zorunluluk insan ruhunun
etkinliğine yön verdiği için insan ruhu özgür bir kuvvet olarak hareket edemez.
Bu problemler/sorunlar toplum hayatının mantığına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ve
toplu hayatın temel şartlarıdır ve bu problemler bireyi/kişileri etkilemekle
problemli/sorunlu bireyin/kişinin olumsuzlukları da toplumu etkilemektedir.
Toplum da bireyden etkilenmektedir. Toplum hayatının şartları kesin ve mutlak
değildir. Birçok değişimlere ve başka biçimlere girmeye yatkın olan çok çeşitli
toplum hayatının şartları vardır.
Kendi
ilişkilerimizin ağlarından kurtulamadığımız için, ruhsal hayat probleminin
gizli, karanlık yönlerini bütünüyle aydınlatacak, tümüyle anlayacak durumda
değiliz. Bir kargaşa ve güçlük karşısındayız. Bu güçlük karşısında
yapabileceğimiz tek şey, gezegenimiz/dünya üzerinde var olduğu biçimiyle toplum
hayatımızın mantığını yani olumsuzluklarını kesin ve mutlak bir gerçekmiş gibi
kabul ederek bu gerçeğe örgütlenememiz, yeteneklerimizin sınırlı olması, aklımızı tam kullanamamız yüzünden
kabullenmekteyiz.