1870'te doğan Alfred
Adler uzun yıllar Viyana'da hekim olarak çalıştı.
Sigmund Freud ile birlikte Psikanaliz
üzerinde ortak çalışmalar yaptı daha sonra Freud’den ayrılarak kendi görüş ve
düşünceleri, kendi ekolü olan Bireysel
Psikoloji adını verdiği sistemini kurdu. Avrupa ve ABD’nin birçok kentinde kamu
personeline, öğretmenlere, doktorlara ve halka konferanslar verdi. Kurduğu psikoloji tüm dünyada ilgi ve
takdirle karşılandı. “Çocuk yönetimi”
klinikleri kurdu. Dünyanın en önemli psikologlarından
biridir.
Dünya kamuoyunda
en çok ilgi uyandıran “İnsan Tabiatını
Tanıma sanatı” kitabında Adler, insanın sağlıklı bir birey ve kişiliğinin
gelişimi çocukluk yaşantısındaki ruhsal ve fiziksel gelişimine bağlı olduğunu, İnsan kişiliğinin gelişmesinde çocukluk
yaşlarda edindiği aşağılık duygusunun
zararları ve bununla ilgili problemlere dikkat çekmiştir.
Adler: “Bazı organik
kusurlar ve yetersizliklerle
dünyaya gelen, küçük yaşta bir takım
sosyal-ekonomik yoksunlukların acısını duyan, anne baba sevgisi, şefkat, ilgi ve alakasının eksikliği, hatalı eğitim
sonucu küçük yaşlarda kendini açgözlü ve boş gurura kaptırmış olan bir çocukta, aşağılık duygusu
belirmeye başlar. Aşağılık duygusu,
çocuğun çok erken dönemlerinde ortaya çıkar ve çocuğun bütün kişiliğine yansır,
onu normal yolundan saptırır. Kendini
aşağılık duygusuna kaptırmış olan bir çocuk belli bir davranış kalıbını
benimser. Bu davranış kalıbı onun bütün
kişiliğine biçim verir ve daha
sonraki yıllardaki gelişmesi üzerinde olumsuz yönde belirgin bir etkide bulunur.
Yaşadığı toplum içerisinde ne kendilerine
ne de başkalarına yararı olmayan hem kendilerine hem de çevrelerindeki
insanlara zarar veren, toplumun uyumlu bir şekilde işlemesini engelleyen zararlı
insanlara dönüşür.
Hepimiz hayatımız boyunca bu gibi zararlı
kimselerle karşılaştığımızda onlara kızarız,
onlarla ilgimizi keseriz. Bu
özelliklerin temelinde yatan psikolojik gerçekleri bilmediğimiz için onları suçlarız,
birtakım yaftalarla onları damgalarız. “Kıskanç”
deriz, “Hasetçi” deriz, “Kinci”, “Haris (açgözlü)”, “Kendini
beğenmiş”, “Hırçın”, “Haşin”, “Korkak”, “Kötü kalpli”,
“Kaba”, “Zalim” gibi niteliklerle suçlarız. Oysa bu öfkelerimiz ile hiçbir sorunu
çözemeyiz. Sorunlar, temeldeki
psikolojik gerçeklerden kaynaklanmaktadır. Russel’in
dediği gibi otomobilimiz işlemediği zaman “Acaba nesi var?” diye orasına
burasına bakıp düzeltmeye çalışırız da insanlar
“iyi işlemediği” zaman onları suçlamaktan
gayri pek bir şey yapmayız.
Kendi içimize bakmasını
bilmiyorsak eğer kendimize karşı ne derece hoşgörülü davranırsak
davranalım, bu gibi özelliklerin bir dereceye kadar bizde de bulunduğunu
görmezlikten gelemeyiz. Suçu kendimize bulalım ya da bulmayalım, bilerek ya da
bilmeyerek biz de zaman zaman başkalarını öfkelendiririz, kızdırırız, gücendiririz.
Kendi davranışlarımızın temelinde bulunan itki’
(tepki)’leri bilmediğimiz için kendimizi de suçladığımız olur. Bütün bunların
sonucu olarak da kendi kendimiz ile de başkaları ile de tam bir uyum içerisinde yaşamamız güçleşir,
hatta imkânsızlaşır.
Toplumumuz içerisinde uyumlu bir evliliğin,
mutlu bir aile hayatının, huzurlu bir iş çevresinin, sürekli-sadık bir
arkadaşlığın, sağlam bir dostluğun bu derece az olması, büyük ölçüde bu psikolojik gerçekleri bilmemiş
olmamızdan ileri gelmektedir.
Psikoloji,
herkesin anlayabileceği ve anlaması gereken bir bilimdir. Psikoloji bilimi
verileri gündelik hayatın sorunlarının çözümünde bütün insanların hizmetine
sunulmuştur. Psikoloji hepimizi daha iyi, daha olgun bir ruhsal gelişmeye
ulaşabilecek şekilde yetiştirir, kendi kendimizle uzlaşmamızı, barışık
yaşamamızı, içerisinde yaşadığımız
toplumla uyumlu bir şekilde kaynaşmamızı mümkün kılar. Günlük hayatta
karşımıza çıkan sorunları olumlu bir yönde çözmemizi sağlar, topluma yararlı olan, sağlıklı, verimli ve
iyi insanlar olarak yetişmemize imkân verir. Bunun da;
İlk şartı: Sokrates’in “kendini tanı, kendini tanıyan tanrıyı tanır!” ilkesi mutluluğun temel yasasıdır. Kendimizi
ve başkalarını tanıdığımız ölçüde insanlarla daha iyi geçinmemiz, daha mutlu
bir hayat yaşamamız mümkün olabilecektir. Kendimizi ve başkalarını tanımak ise içten bir ilgi ve sürekli bir çaba ile mümkündür.
İkinci şartı: Başkaları hakkında ahlaki yargılar vermekten
kaçının. Böyle bir açıdan görüldüğü ve bakıldığı zaman ahlaki suç kavramı
değişik bir şekil alır ve suçluluk önünde sonunda Sokrates’in “Erdem bilgidir,
hiç kimse bilerek kötülük işlemez” sözünün ışığı altında görülmesi gereken
bir olay olarak karşımıza çıkar. İnsan
davranışının temelinde bulunan psikolojik
itkileri bildiğimiz zaman ve bu itkilere yol açan pedagojik (eğitim), sosyal, kültürel ve ekonomik
şartları ışığa çıkardığımız zaman bütün kötülüğün
nereden ileri geldiğini bilebiliriz
ve başkalarını (hiç değilse bir dereceye kadar) suçlamaktan vazgeçebiliriz.
Üçüncü şart: Bütün
kötülüklerin nereden ileri geldiğini bilmek, bu kötülükleri önleyecek ya da
giderecek çareler aramak, psikoloji bilimi alanındaki çalışmalarını pedagoji
eğitimi alanına iletmek istemektedir.
(Devamı
haftaya)