30 Ocak 2015 tarihli gazeteler: “Bir
Profesörümüz Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da bulunduğu salonda “Herkesin din dersi beş, bu kadar hırsız
nereden çıktı. Kolonları
kesip galeri yapan da beş aldı, ölen de... Din öğrenilen bir şeydir, ahlak
keşfedilen bir şeydir. Din ve ahlak dersini koyarsan olmaz, onlar yine kolon
keserler. Din ve ahlak bir arada olmaz” haberleri ile ülkemizin eğitiminin içler acısı durumunu yazıyordu.
İşin ilginci salondaki eğitimcilerin Profesörü alkışlamasıydı. Eğitimde çakılıp
kaldığımızın yasal belgesiydi bu haber. Yıllarca, “Her şeyin başı eğitim” şaklabanlığıyla
eğitimle dalga geçen şarlatanlara güldük. Çalışanla çalışmayan, bilenle
bilmeyen, düşünenle düşünmeyenin ayırt edilmediği kargaşa dönemi yılarca sürdü.
Geçmişte yapılan eğitime yönelik uyarıların hiçbirini dikkate almadık. Eğitimde özlenen başarıyı bir türlü
yakalayamadık. Peki, neydi önemsemediğimiz geçmişteki uyarılar:
★
Sokrates: “Kendini
kendinle tanı!”
Jo Merbes: “Kendini kurtar dünyayı kurtarırsın!”
Atatürk: “Hayatta en
hakiki mürşit ilimdir, fendir!”
İsa Mesih (a.s.): “İnsan
yalnız ekmekle yaşayamaz!”
Karl Marks: “Önce mürebbiyenin
terbiyeye ihtiyacı var!”
Antik Yunan
Delphi tapınağı giriş kapısı: “Kendini Tanı!”
Pisagorcular: “Matematik
sevmeyen kapıdan içeri giremez!”
Dördüncü halife Ali
(r.a.): “Bana
bir kelime öğretenin kölesi olurum!”
Yahudilerin kitabı Talmud: “Dünya öğrenen çocukların
soluğuyla ayakta kalır ancak!”
René Descartes: “İyi
kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir!”
Peygamberimiz (sav): “Hikmet
müminin yitik malıdır nerde bulursa alsın. İlim Çin’de bile olsa gidip alın!”
İbn
Arabi: “BiImedikIerini biIenden öğren. BiIdikIerini de
biImeyenIere öğret. Daima biIgiIi kişiIeri dinIe!”
İbn Rüşt: “Felsefe öğrenmek dini bir zorunluluktur. Nerede olursak olalım ilim ana yurdumuzdur, cehalet
yabancı bir yer. Daima bilgili kişileri dinle. Bilmediklerini bilenden öğren. Bildiklerini
de bilmeyenlere öğret”
Nietzsche: “Hayat; kendisini alt edenindir.
Fatihler şansa inanmaz. Bilgi
ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa, hiç değilse bilgi savaşçıları olun!”
Ali Şeriati: “İnsan
kendi kendisinin sebebidir. Gecenin hükümranlığında kendinizi
yetiştirin. Bilinçsiz
bir gövde kokuşmuş bir leştir. Mum sönerse ışığı nereye gider!”
Eflatun: “Boş bir
kafa, şeytanın çalışma odasıdır. Doğru düşünce bilgidir. Bilginin elde
edilmesi, bizi iyiye ulaştıracaktır. Mutluluk bilgi ile kazanılır. İnsanın kendini fethetmesi
zaferlerin en büyüğüdür. Kendini yönetirsen dünyayı
yönetecek gücü bulabilirsin.
Sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya değmez!”
★
Başarının şansla değil bilgiyle kazanılacağı, bilim
ve eğitimin
yolumuzu aydınlatacak bir ışık olduğu, söndüğünde her tarafı karanlıkların
kaplayacağı yönündeki yüzlerce ikazı önemsemedik. Danımarka, Finlandiya gibi
ülkeler günde nüfusunun iki katı sayıda
gazete okurken, Japonya’da ilköğretim öğrencilerine haftada bir gazete okuma
dersi öğretilirken, nüfusu seksenüç milyonu aşmış ülkemizde dinimizin birinci
emri “oku” ayetine rağmen günlük iki milyon gazete dahi okumadık. “Bir Türk dünyaya
bedel” dedik, dünya milletlerini aşağıladık, en sonunda Uluslararası
istatistiklerde dünyanın en az okuyan ülkeler listelerinin dibinde yer aldık.
Kendimizin oluşturduğu sisteme yine kendimiz “Her şeyin sorumlusu devlet, sistem bozuk” dedik. Peki, eğitimimiz
neden bu hale geldi? İşte cevabı “Al sana hakikat!”
★
Toplumun en
üst seviyesinde entelektüel yapıda olması gereken memurda okumayı sevmedi,
öğretmen de. Hemen herkes en kısa zamanda köşeyi dönme hırsına kapıldı. Evim
olsun, arabam olsun, param olsun, iyi şartlarda yaşayayım sevdasına düştü. Emek
ve alın terine dayanmayan imtiyazlı, torpilli haksız kazanımları sevdik. “İkra bismi
rabbikelleziy/Yaratan Rabbin adıyla oku!” ayetini dilden düşürmedik ama okumadık.
Hocaya, Şeyhe, körü körüne inandık, sormadık, sorgulamadık. “Biatçı, evet
efendimci, ağam anlar, başkan anlar, şeyhim anlar” tarzında yapımız oldu.
Matematiği, felsefeyi, mantığı, sosyolojiyi, psikolojiyi sevmedik. Kendimizi
inşa edip geliştirmedik, düşünmedik, düşünenin de paçasından aşağıya çektik. Güce taptık, gösterişe aldandık,
doğruya değil yanlışa sahip çıktık, şiddeti, ahlaksızca aç gözlülüğü, haram
olan torpili benimsedik. Öteki dedik, onlara yaşam hakkı tanımadık. Ben vergi
ödemeyeyim öteki ödesin, ben askere gitmeyeyim gariban çocuğu gitsin dedik,
kabullenip meşrulaştırdık. “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır”
hadisini dilden düşürmedik ama “Azıcık aşım kaygısız başım, bana değmeyen yılan
bin yaşasın” zihniyetle hareket ettik. Sokakta şiddet, trafikte şiddet,
apartmanda şiddet, ailede şiddet. Birbiriyle geçinmeyen, birbirinden şikâyet
eden uyumsuz bir toplum olduk. Pahalı arabalarla fakiri aşağıladık, yüksek statüden
alttakilere tepeden baktık. Karakterimize uygun bir toplum
yapısı yarattık ve bu
toplum bizim zihinlerimizi, benliğimizi ahlaki olmayan bir ahlakla
şartlandırarak bozdu. Aslında oluşturduğumuz toplumun ahlakı ahlaksızlıktı. Benliğimizin
derinliklerinde bulunan erdemi, etik değerleri unuttuk. Maddeye taptık, materyalizme
teslim olup kapana sıkışıp kaldık. Sevgi, şevkat, hoşgörü, muhabbet, yardımlaşma,
zayıfı ayağa kaldırma gibi insani değerlerimizi unuttuk. Hâlbuki eğitim Yüce Allah’ın birinci emriydi. Yitirdiğimiz
erdem ise eğitimin, sistemin, dinin ve de insanlığın ta kendisiydi!