Çok değil bundan yirmi otuz sene
evvel biz böyle değildik.
Düğün bilir, cenaze bilir, hasta bilir,
fakir bilir, garip bilir, yetim bilir, öksüz kim varsa bilirdik. Hatta
askerlik evladı olanı, everecek hayırlı kısmet için kızı olanı bilirdik.
Geceler de gündüz gibi yaşanırdı. Ta Etilerden Karşıyaka’ya, Yuva’ya hasta
ziyaretine yaya gidilir gelinirdi. Dedemi ve babamı böyle çok gördüm
çünkü.
O günler öyle günlerdi ki “komşu
komşunun külüne muhtaç”tı, komşular aileden biri gibiydi. Kimse
komşusu açken tok yatmazdı. Bir tas bile olsa pişen yemekten
komşulara gönderilirdi. Ramazan’da iftar sofrasının, Kurban
Bayramı’nda kesilen kurbanın payı mutlaka
komşulara ayrılırdı. Mahallede kim yaşar, durumları
nedir, yeni taşınan oldu mu, herkes bilirdi. Arkadaş, arkadaşın evini
kendi evi gibi görürdü. Akraba, akrabayı gözetir, kollardı.
Fakat bugün bize ne
olduysa 21. yüzyıl iletişim çağında iletişimsiz kaldık.
Koptuk. Kapı komşusunu bilmeyen nesil Avrupa takımlarının ilk on
birini ezbere biliyor. “Selamün Aleyküm”ü, “sa” yaptık, hemen
söze daldık, Allah’ın selamı unuttuk. Sosyal siteler, facebooklar, whatshaplar, twiterler,
son model telefonlar bizi birbirimizden öyle kopardı ki siber
kalabalıkta yapayalnız kaldık.
“Dost başa, düşman ayağa bakar.”
derken yüz yüze konuşmayı, yüz yüze sohbetin güzelliğini,
hissiyatını, insanlara kattığı müspet, halis duyguları unuttuk.
Sosyal medyanın icadı “sosyal medya diline” mecbur kaldık.
Ruhsuz, kuru, mesafeli, tatsız, samimiyetsiz…
Misafir ağırlamayı, misafirliğe gitmeyi
unuttuk. Artık misafiri facebook’ta ağırlıyoruz, uzaktan uzağa,
çayın sesini, sesin renklerini duymadan, yüzün envai çeşit işaretini
görmeden, bedenin havadislerinden bihaber olarak…
Şair Ferazdak’ın Hz. Hüseyin
Efendimize “Gönülleri senden yana ama kılıçları Muaviye oğullarının
yanında.“ dediği gibi gönlümüz doğrudan yana belki
ama maddenin, Yezid’in dağıttığı paraların esiri olduk. Doğruyu,
ahlakı, vefayı, ahdi, zühdü unuttuk, parası olanın peşinden sürüklendik.
Aşureyi reklam yaptık, ihlası unuttuk. Müraiyi baş tacı
yaptık, dürüstlüğü unuttuk. Yalana
sarıldık, doğruyu unuttuk. Ramazan’ı Şerif’i şenlik
yaptık, kutsiyeti unuttuk. Anma günü yaptık, ölülerin
beklediğini unuttuk. Kuran’ı bile modern evlerimizin stiline uymuyor
diye asılı olduğu duvardan indirdik. Okumuyorduk, şimdi tümden
kurtulduk.
Hâlbuki bizler dosttuk. Ahbap
idik. Akraba idik. Allah’ın ipiyle bağlı kardeştik. Bir büyüğün evinde toplanan gönül birliği
etmiş, elçiler idik. Büyüğümüz vardı, bilgisinden istifade
ettiğimiz, sözünü değer verdiğimiz, bizleri iyiye yönlendiren,
sıkışınca yardım istediğimiz… Hani şimdi neredeler? Onlar mı
yok, yoksa biz mi onlardan uzak kaldık? Hayatımızda artık
başka şeyler var. Sosyal medyada gıybet, boş
laf, yalan, riya, edepsizlik, mugalata, iftira, galiz
küfürler, var. Ne kitap okur olduk ne hadis, ne Kuran…Gerçek bilgiden, güzel
sohbetlerden, iyiyi tavsiye edenlerden uzak kaldık. Sabah
namazında o erken saatte değer verdiğimiz bir büyüğümüzü dinlemek
için kilometrelerce mesafeyi yürüyen zihniyetten uzak kaldık.
O günler bereketli günlerdi, evde
bir kişi çalışsa on kişiye yeterdi. O nafaka mutlu ederdi ev halkını.
İşten gelen önce anne babasını ziyaret eder, halini hatırını sorar, onlar
oturmadan sofraya oturmazdı. Şimdi bütün ev halkı çalışıyor ama
yetmiyor, mutluluk yok, tatmin yok. Sofra kurulmayan evlerde yaşıyoruz. Bereket
yok. Birlik yok, sevgi ve saygı hepten yok.
O zamanlar anne ve
babamızla saatlerce otururduk. Gönüllerini şen tutmaya
çalışırdık. Yüzlerine bakar doyamazdık, sarılırdık, öperdik. Vefamızı göstermek
hem vicdani hem de dini vazifemizdi. Telefonlardan başını kaldırıp anne
babasının yüzüne bakmayan bir neslin fertlerine dönüştük. Bu yüzden ne malda,
ne evlatta, ne evlilikte, ne ticarette, ne cemiyette bereket kalmadı.
Diyeceksiniz ki “Hocam dünya
değişti.” Hayır, ne dünya ne zaman değişti. Değişen biziz. Eğer dünya ve
zaman dile gelse konuşsa “Değişen biz değiliz, sizin hevâ,
heves, bitmeyen hırslarınız değişti.” derdi kuşkusuz.
Öyle değişti ki artık arkadaş arkadaşın malına tamah eder;
izzetine, şerefine göz diker; işinin heder olmasını bekler; alın teri
ile kazanılmış Allah’ın verdiği makamın kaybedilmesini,
ticaretinin batmasını, hayr işin durmasını ister; komşusuna, dostuna,
müslüman kardeşine iftira eder; hayrı engellemeye çalışır; kendisine
yapılan iyiliği unutur, haset eder, “Nasıl kötülük yapalım?” diye toplantılar
yapar hale geldik. Eskiden meclislerde ilim irfan konuşulurdu, artık
fenalık, bozgun, kötülük, fesatlık, hasetlik konuşuluyor.
Bu nedenle cinayetler, boşanmalar,
büyüklere saygısızlık, kavgalar, anlaşmazlıklar, açgözlülük arttı.
Biz değiştik, Allah da bizi değiştirdi.
Bereket bitti. Rahmet gitti.
Peki, bu yoldan dönüş mümkün mü?
Tertemiz nefs, tertemiz kalp,
tertemiz iman ile mümkün…
Allah’a kul olmakla mümkün…
Birbirimizi sevmekle mümkün..
“Müslümanlar kardeştir.” İlkesinin
hayata geçirmekle mümkün…
Yoksa çok geç mi kaldık?
Bahattin AKYÖN
akyonbahattin@gmail.com