Her krizde gündeme gelen üretici olma fikri nedense işler
biraz yoluna girince Lale Devri’ne alıştırılmış halkımız ve yönetenler kötü
günleri unutup refaha dalması alıştığımız bir yaşantı biçimi haline gelmiştir.
Özellikle iktidara gelen, hükümet olan partilerin, günü kurtarma içgüdüsü
istekleriyle yüzeysel alınan ekonomik kararlar, ülkemizin sık sık darboğazlara
gelmesine sebep olmuştur.
Son zamanlarda üretmeden tüketen, fazla emek vermeden para
kaynaklarına ulaşan bir toplum olunca, insanlarımızda değişenbu şartlara uyarak
şehirli bir toplum olma amacıyla, şehirlere dolduk. Üretimden uzaklaştık.Şehirli
olduk ama şehirli gibi yaşayamadık. Tüm köylerimizin şehirlere gelmesiyle,daha
önce üretici olan köylülerimizi, şehirlerde çalışmayıp varoşlarda dağ gibi
problemleriyle yaşar şekilliden bulduk.
Kısa bir süredeköylerden şehirlere dolan insanlarımız
yüzünden şehirlerimiz okadar orantısız büyüdüler ki adata şişmanlayıp ‘öbezite’
oldular. Kısa zamanda orantısız büyüyen şehirlerimiz belediyelerin hizmetine yetişemediği,
mutsuz insanların yaşadığı topluluklar haline geldiler.
Köylerimizin o eski tatlı, şaşalı durumları kalmadı. Ne
harman zamanı belli, ne bağ bozum zamanı belli oldu. Tarladaki ekin daha
harmana gelmeden tüccarın veya tefecinin eline geçti, köy de kalan birkaç
kişidesofrasındaki her şeyi şehirden alır duruma geldi.
Eskisi gibi, ürettiği kendine yeten yedi ülkeden biriyiz
diye övünmek için halkımızın üretici olması devletimizinde bunu desteklemesi
gerekir. Üretmeden tüketen ailelerde, ülkelerde ekonomik gelecekleri başka
yerlere bağımlıdırlar.
Özellikle şehirlerimizde Sosyal Dayanışma Fonu’ndan yardım alanlar çok iyi araştırılmalı,
üretici konumunda olan halkımız kolay yönden gelir getirilmeye alıştırılmamalıdır.
Sosyal dayanışma kurumlarının önü kalabalıktan geçilmemekte,
insanlarımız sırf buradan yardım alacağız diye sigortalı işlerde
çalışmamaktadırlar. Eskiden burası devletin yoksul vatandaşlarına bir yardım
kurumuyken son zamanlarda oy uğruna hükümetlerin ‘ulufe’ dağıttığı kurumlar durumuna getirilmiştir.
Ülkemiz büyük, ülkemiz zengin, dışarıya bağımlı olmadan
yaşayabileceğimiz kaynaklarımız vardır. Yeterki doğru düşünelim, doğru
uygulayalım, doğru ekonomik kararlar alalım. Bu millet tükenmiş yok olmuş Hasta
adam dendiği günlerde birlik ve beraberlik içinde Kurtuluş Savaşı’nı vermiş
Osmanlının küllerinden bir ülke yaratmıştır. Varlığada, yokluğada alışık, her
şarta uyum sağlayan bir milletiz.
Milletimiz sık sık ekonomik darboğazlaryaşamaması için, hep
beraber sıkıntıya girilecekse girelim, kendi ihtiyaçlarımızı kendimiz
ürettiğimiz gibi dışarıyada ihracat yapacak bir üretim sistemimizi geliştirelim.
Yok, eğer et şu ülkede ucuz al, buğday öbür ülkede ucuz al, araba dahabaşka bir
ülkede daha ucuz dersen bir gün gelir onun bir vidasını bulamadığında kafanıtaşlara
vurursun ama iş işten geçer.
Ülkelerin zenginliği üreticiliği ile olur. Üretici olmayan ülkeler üretici olan
ülkeler tarafından yönetilir. Bunun için sanayide, tarımda ve insan gücünde
üretici olmamızgeleceğimizin en büyük teminatıdır.
Ülkemizin dünya üzerindeki konumuda, yer altı yer üstü
zenginliklerimizde buna uygundur. Yeterki ülke olarak, ülkemizi yöneten siyasal
iktidarlar olarak hedeflerimizi iyi belirleyelim. Bu kadar geniş verimli
ovalarımızla buğdayımızı, bu kadar geniş mera ve otlaklarımızla etimizi
dışardan ithal ediyorsak, yönetenler ya yönetmesini bilmiyorlar, yada yanlış yöntemler
izliyorlar.
Ülkemiz bir tarım ülkesiydi. Dünyanın karnını tarım ürünleri
doyuracak. Aya, uzaya iki gün geç gidilse olur ama insanoğlunun karnını sabaha
akşama doyurmalıyız.Sanayide gelişelim fakat tarımı hiçbir zaman bırakmayalım.
Üç tarafı denizlerle çevrili, uçsuz bucaksız ovaları, yaylalarıyla hem tarımda
hem sanayide gelişmeye çok müsait bir ülkeyiz.
Bunun için ‘Süper
Güçlerin’ tüm itişmeleri, kalkışmaları, bizim çevremizde, yakınımızda,
kapımızın önünde oluyor, unutmayalım. 02.10.2018
İsmail Dursun KUZUCU